c’est l’printemps…

markizi garip kocaman lcd ekranlarin vitrininde gorundugu nisantasi cafesi gibi bir yere mi dönüştürmüşler acaba?  15 yıl. böyle bir şey var. oradan dümdüz yürüyünce taksim parkına varıyor insan. hiç sapmadan yürürsen. sarı yapraklar varken. yavaş yavaş yürürsen. ağlamamak için kendini zor tutarken. yalnızlık daha alışılmış bir şey. elinde altını çizerek, çok çizerek okuduğun bir umay umay kitabı. umay’la birlikte yazdığını sandığın. annenin sırtına değdiği zamanlar. şimdi görünmez ses duvarları. bahar gelmiş. taksim parkında niko var, maria var, adriana.. senin senin gibi kıza benzemeyen kızın var. melek gibi yüzü var. gülümsediği zaman ses duvarını delen güneşli gözleri. ağlanacak bir şey yok tut kendini. insan yaşlanabilir. kabul etmesen de yaşlanabilirsin. sinirlenme yeter. sinirlenme.

kabul etmesen de…

kabul et.

kabul.

break on through

yaz. yaz. yaz.

daha neşeli günler olabilir bence. sonsuz bu ovalar. ovanın ortasında elimde incecik bir dal. yazamazsan yazamazsin. ama yazacaksın. yeniden. sahilde oturup kızınla. defterini yeniden eline al. defterin elinde olmadan yaşayamazsın ki. nereye kaldırdın renkli kalemlerini. bir bir bul çıkar. sarı yaprakları kaldır. neşeli parklar.

park. park. park.

daha yolun karşısına geçmeden. kırmızı ışıkta beklemeye dayanamayan küçük melek. melek gibi gerçekten yüzü dudakları. babası gösterdi bu sabah. melek gibi gözleri. ağlamasın. ağlamayalım hiç. mutluluk. öyle uzun süre aradım ki. mutluluk. herşeyin kırıldığı bir nokta var. o eşiği geçince. guido! çok kolaymış. yüzü gülüyor. onun bile yüzü gülüyorsa.

lolipopo

prenses uyuyor. uyanıyor. sonra ağız dolusu gülümsüyor bize. annesinin tacını alıyor, küçük gülümsemesini veriyor yerine. günler geceler geçiyor. mutluluk böyle birşeymiş diyorum. yüzyıl boyunca aradığım mutluluk…

sabah

garip bir uykudan uyandım. kulağımda tiny tooney sesler. blup blup… suyun dibindeyiz. yavaş yavaş su yüzüne yükselirken meleğimin elleri avuçlarımda. zeynep benim adım. xv< <  nnv... sen kimsin ki beni teşvik ediyorsun? sen kimsin ki benim parmaklarımı... ellerimi... kaybettiğim ellerimi bulup elime veriyorsun. o elmayı çok uzaklarda bir dostuma vermiştim ben. o da çekti gitti biliyor musun? o kadar büyük terkedildim ki ben. şimdi sadece minik bebeğim ve babası var yanımda arkadaşım. kardeşim. çok uzaklarda benim. çok uzaklarda... sesi bile duyulmuyor bazen. küçük bir şarkı. tiny tooney masallar.

uyku

sen benim sesimi duyabiliyor musun hala? ya ben? kendi sesimi nerede unuttum da küçücük kızımın sesini aldım üzerime kırmızı bir elbise. sapsarı kıpkırmızı bir masal şarkısında kayboluyor eski hüzünler. sesime ne oldu? nasıl aldı da yerine bu neşeli şarkıyı koydu? kaç senedir birlikteyim bir küçük fareyle? kaç senedir anneyim de bu kadar oldum? kaç senedir beklemiştim bir minik fareyi de böyle içinde oldum?

ne zaman çağırsa yanındayım. ne zaman çağırsam yanımda. ne zaman ihtiyacım olsa yüzümde kocaman bir gülümseme. kuyulara inmeye izin yok. dolap cinlerine geçit yok. anneyim ben, korkuya düşemem. elimde bir küçüklük var sendeleyemem bile. her zaman mutluyum, her zaman “mutlu”.

topik yanaklı bir bebek. hayatımın anlamı.

bebek mutlu

bir bebeğin küçücük hikayesini yazmaya başlamak. günler geçiyor. günden güne büyüyor içimdeki bebek. o kelimeleri bilmiyorum. sarı bir şey gibi geliyor. sarı demek istiyorum bebeğime. babası gibi sarı. onun gibi sakin. bizim gibi “mutlu” bebek. minimini bir masal yazacağım bebeğime, mutlu günlerimizi anlatan. daha mutlu olacağımız günleri müjdeleyen… ama kelimeleri bilmiyorum işte. bekle. günü gelecek. mutluluğun da hikayesini anlatabileceğimiz günlerimiz olacak. derin kuyulardan çıkmış mutlu bir pasta cini. bebeğimin doğumgününde bu masalı hediye edecek ona. annenle baban seni çok sevdiler çok mutlu oldular senin gelişine diyecek. sapsarı bakacak meleğim. zeynep benim adım. bu dünyanın en saf en temiz cocuğu benmişim. annem söyledi. babam gibi. onlar gibi.

kuşbakışı

dünya yüzünde söylenmemiş bir tek laf bile yoktur dersem de aynı. geçmişime kuşbakışı desem de. üç noktası bol yazılar yazdığım zamana dönmek istiyorum. geçmişime kuşbakışı bakmak. tamamlayamadığım cümleleri tamamlamak. rüya gibi. müdahale edemeden yeniden izlemek istiyorum. çok yeşildi maslak. yeşil ve ışıl ışıldı. elime bir tane çiçek alır kampüsün içinde yürürdüm yavaş yavaş. yürümeyi unutmadığımız zamanlar. sonra kimya fakültesine yaklaşırdım. tek başıma. tek başına yürüyebildiğimiz zamanlar. dizlerim titremeden. sevdiğini hep bulacağını bilerek. sonra arkadaşlarımla çıkar giderdik zamanı kaybedebileceğimiz yerlere. bir bütün gün anfinin önünde oturup sohbet ettiğimiz günler vardı. vardı öyle bir zaman. her şeye zaman vardı. delirmeye de. sevilmeye de. bu günlerde dönüp dönüp o zamanları hatırlıyorum. tepeden bakılası zamanlar. unutarak kaybedeceğin, unutarak eriyeceğin zamanlar. küçük çocukların ellerinden tuttuğun zamanlar. küçük çocuklara yol gösterdiğin, sarı saçlarını doya doya okşayabildiğin zamanlar. küçücük bir çocuğa, balonlara aşık bir çocuğa masallar yazdığın zamanlar. büyüyünce nasıl bir çocuk olacağını çok merak ediyorum yazmıştım. şimdi göremiyorum bile. büyüyünce nasıl bir çocuk olacağını sana söyleyemez bir çocuk. beraber büyürsen görürsün. sen göremedin. küçücük sapsarı bir çocuğun ellerinden tutamadığın için ağlıyorsun şimdi. onu merak ettiğin için düşüyorsun bu hallere. çocuğuna gel diyorsun gelemiyor. sen de gidemiyorsun. bu hallerin hep ondan. denize baksan. geçtiğin yollara baksan da çözemezsin artık bu düğümü. o çocuk seni hep sevmiştir. o çocuk sana hep söylemiştir en derin sırlarını bile. sen duyamamışsındır. seni sevdiği zamanlardan kuşkulanan kendinden utanmanın zamanı gelmiştir artık. dövüş klübü. tek tek çözülsün bütün düğümler kafanda. paylaşama. durman gereken yerde durama. ellerini tutama. ne kadar kolay bu gunlerde bir şeyler değil mi?

kırmızı

başlarsam hiç bitmeyecek. küçücük elmalar. elmalar bıraktım avuçlarınıza. görmediniz. şimdi. yavaş yavaş. hayatım. biterse.

küsük

uzaklara düştü bazı arkadaşlar. zaman geçiyormuş. hep yanında olacaklarla görüşmek için bile çaba göstermek gerekiyormuş. prenseslik ömür boyu sürmüyormuş. gözlerindeki sürmeler en sevdiklerin için bulanıyormuş. bellerin kalınlaşıyor. gerdanın sarkmaya başlıyor. bunlar gerçekler diyor birisi. sus diyemiyorsun. eskiden… gerçek yok. yaşlanmak yok. ölüm yok. prenseslik nişanını taşıyanlar ölmezlerdi. ölmezdim. şimdi en sevdiğime bile yalvarıyorum. gel beni bul diye. eskiden yaz derdi. çık derdi. baharı müjdelerdi. sana değer veriyorum demekle hallolmuyor herşey. yaralar kapanmıyor. yollar gittikçe daha da uzaklaşıyor. eskiden birdenbire çıkıp beni bulan adam şimdi çok ilerledim dönemem diyor. dönülemez yerlerde yaşıyor. dönülmez otobüslerle dönülmez kadınlara gidiyor. bana gelmiyor. bana gelmiyor. odasında başkaları yaşıyor. odası da yaşlanıyor. 

alıştırmasaydın.