yolda yürürken. meleğim elimi tutarken. çocukluğumdan bir cümle söyleyiveriyor. kafamda bütün kodlar yeniden yazılıyor. hepsi bir bir çözülüyor. çözülüyorum. dizlerim titriyor. babamın elinden tutup okula giden küçük bir kızım. bu yol beni koşturuyor baba. bu yol beni koşturuyor. dümdüz asfalt. tertemiz. sonsuz gri bir asfalt. sefaköy’de çamurun ve çingenenin bol olduğu bir mahallede yaşıyoruz. dümdüz çamursuz asfalt bulunca koşabiliyorum. ayaklarım çamurlara batıyor normalde. bileklerime kadar çamura batıyorum. çingene çocukları arkamdan taş atıyorlar. kaçamıyorum. gece rüyalarıma giriyor koluma çatal batıranı. sen de batır ona. batıramam canı yanar. benimki çok yandı çünkü. batır. sen de batır. batıramam ağlar sonra.
çocukluğum kalın uçlu tükenmez kalemle yazılmış aklıma. kaybettiğim o masalı yaşamak istiyorum. yedi cücelerimle. kucak dolusu bebeğimle. gözleri açılıp kapanabilen o sarı kıvırcık saçlı prenses bebeğimle. elinden tutuyorum onun. beraber okula gidiyoruz. ısrarla mavi prenses elbisesini giyiyor. kim ne derse desin giyiyor o elbiseyi. dünyanın en rüküş, en tatlı, en kıvırcık prensesiyle okula gidiyoruz. çamura batmıyoruz. çingene yok yolda. taş atan yok. çatal batıran yok.
birden bir cümle söylüyor. hepsi başımdan aşağı yıldızlar gibi yağıyor. deniz’in elini ısıran horoz gelip beni kovalıyor. ellerim tatlı tatlı kanıyor. kanımı yalıyorum. yoğun demir tadı geliyor dilimin ucuna.
“anne sen bu kadar çok şeyi nasıl biliyorsun?”