nefret

et alınır, satılır, et üzerinden kar edilir sanıyorlar. küçük kedileri yiyip, küçük köpeklere ağızlarının sularını siliyorlar. en aşağılık köpekten daha da köpekler. midemi bulandırıyorlar. kendilerini sahip sanıyorlar. küçük hayvanlara, küçük insanlara sahip olunabilir sanıyorlar.

moskow

kimsenin dolaşmadığı sokaklarda dolaşıyor aklım. bu yüzden anlayan çıkmadı söylediklerimi. bir gün mavi ördeğin geleceğini söylemiştim. işte şimdi masmavi dikiliyor karşınıza. sesinizi bile duyuramıyorsunuz.

ölü insanlara mektup yazmak istiyorum. çok özlediğim mavi, yeşil gözlü insanlara…
eskiden yakınımda bile değildi ölüm. şimdi avucumun içinde tutuyorum. ellerimi acıtıyor. yazamadığım mektuplar, söyleyemediğim sözler beynimi tırmalıyor. beceremediğim şiirlerden yazmak istiyorum ölü insanlara. okusunlar istiyorum. mezarlarının başında konuştuğum insanlar beni duysunlar istiyorum. gökyüzüne yazdığım mektuplar görünsün…
duramıyorum çıktığım koşularda. gidip gidip görünmeyen duvarlarıma çarpıyorum.

göğsümden üç vakte kadar iki yol geçiyor. alıştıklarım çok kötü. alışamadıklarım daha çok… ellerim yanlış harfleri tutuyor. yanlış harflere basıyor adımlarım.
bekliyorum ve direnmeye çalışıyorum onlara. bir gün birileri “büyü” demeyecek bana. “iyi ki büyümedin” diyecek. dağların dibinde, eteklerimle birlikte kuşlar uçuşurken. küçük bir bebeğin elini tutarken anne olduğumu hissedeceğim. fakat yine de büyümeyeceğim. başıma ağrılar girsin istemiyorum. mutsuzluk suratıma yerleşsin istemiyorum. iki yol geçiyor aklımdan. şu anda her şey çok yanlış. bahar üzerimden geçiyor.

totur

o öldü. bugün ikinci kez söylüyorum bunu.

hala o yaşıyormuş gibi davranmaya çalışıyorum.

onun gibi mükemmel bir bünye nasıl böyle yıkılabildi anlamıyorum hala.

ben, onunla rakı sofrasına oturabileceğim günü beklerken, ona bir anda rakıyı yasak ettiler. ben, onunla bu yaz yeniden dağlara tırmanacağımızı sanarken, ona öleceksin dediler. bir insana böyle aniden öleceksin dersen tabii ki ölür.

dünyanın gercekten en mavi gözlü adamını 4-5 ayda boyle…

kimseyi suçlamak istemiyorum. ama anlamıyorum. kafam almıyor. ölüm nasıl bir şeydir? açıklama?

bi sey

dışarıda bahar var, yaz bile geldi! ben nasil yazayım?

küçük özet:
dün gece ringa’da kaldım, bütün gece konuştuk, güldük. eskisi gibi…

sonra eskisi gibi beraber yattık. sasha yoktu bu sefer, ceviz vardı. mutlu uyudum, mutlu kalktım. son bir yıldır ilk kez işe 8.30’da geldim. beyaz ve sakin. beyaz en sevdiğim renk. bir kediyle uyumayı özlediğimi farkettim. küçük yavru var, kırpık, onu evime getirmeyi düşünüyorum. zor biraz ama istiyorum. unutmuş olabilirim bir kediyle yaşamanın nasıl olduğunu, sıdıka beni terkedeli 6 sene oldu, peynir çalınalı 3 sene sanırım. sonra hiçbir kediyi sevemedim. dün gece kırpıkla da çok ilgilenmedim kanıma girmesin diye ama cevizle uyuyunca her şey değişti. fırsat gözlüyorum.

belki birazdan dışarı çıkıp hızla geçen baharı koklarım. giderken ensesinden tutabilirim belki. mutluluk yerleşti içime yine. çayırlara gitmeyi istiyoruz ringa’yla, gerçek olsun istiyorum. işler güçler girmesin araya. vaktimiz olsun…

tırnaklarım kırmızı…

kimsenin derdiyle ugrasamayacagim. kara gunler geri geldi. ellerim acimaya basladi yine. ensemde olduklarini biliyorum; kendimi uzmemi saglamaya calisiyorlar, kendimi acitmami… basimin etini yiyorlar. nasil, nereden geldiklerini hic bilmiyorum. hic bilmedim. ama yine buradalar iste. yapabilecegim hicbir sey yok.

yardima ihtiyacim var mi? belki.
buyumus muyum? hayir sanirim.
kosabiliyor muyum? cok hizli degil.

yolgezerin güncesi:

geri döndüm, çok yorgunum. çok sevdiğim uzun yolculuk hikayeleri. hayallerim. piemonte tepeleri. gitmek istediğim yerler. uzun yollar. artık sürekli miller katediyorum. ama böyle değildi benim hayallerim.

gidişler, gelişler, daha kendini toparlayamadan bir daha gidişler. bu başka bir hikaye, ama böylesi de güzel diyorum bazen, adamın biri çıkmış yolgezer’in güncesi diye bir sayfa açmış. yolgezdiği falan yok aslında. yolgezen benim, o yüzden benim güncem bu.

benim güncem olduğu için anlatacağım her şeyi bir bir:

milano’da, duomo katedralinin camlarındaki vitraylar. vitraylara bakarak kurduğum hayaller. ucsuz bucaksız gibi görünen tavana bakarak ettiğim dualar. sadece kliselerde dua edebilirim ben. bunu anlaması daha kolay. o su damlası. enseme sürdüğüm ferahlık. koln dom’unun tepesine çıkana kadar avuç içimde tuttum o damlayı, sonra rüzgara karşı dururken, onun suratına bakarken, soluk soluğa aşkı hissederken çaktırmadan onun da ensesine sürdüm. anlamadı, anlasa kızardı, inancı tam bir insan o. hurafelere inanmıyor. oysa benim bütün hayatım hurafelere bağlı. dilek tutmalara ve küçük, masum büyülere.

bugün sevgililer günü. sabahleyin kalktık, sevgililer günü olduğunu farkettik ama yapılabilecek bir şey yok. işe gitmeliyiz. “akşama beni ilk öptüğün yere götürür müsün?” dedim. sonra yaklaşık 20 dakika neresi olduğunu düşündük. hatırlayınca vazgeçtim. sultanahmet’te garip bir bardı. hayatımın en bulanık gecesiydi. onunla geçen kısmını ayrı tutuyorum tabii ki. belki bu karda yeşilköy’e gideriz. bana ro-ro’nun ne olduğunu anlattığı yere. hava çok soğuktu, bir tane ro-ro geçiyordu, eli belimdeydi, yabancıydık, konuştuk konuştuk, uzaklara baktık. üç yıl sonra buralara geleceğimizi düşünemezdik. küçük bir flörttü.

zamanın nasıl geçtiğini biliyorum artık.