denizin kıyısında oturup kırmızıyla konuşuyorum yine. eski günlerdeki gibi.
– neredeydin bunca zaman?
– araya kış girmişti, hatırlamıyor musun?
– kışın da gelenler vardı buraya.
– benimki kara kıştı.
yürümeye halim yok. hep bu kıyıda otursam. gelenler, gidenler, görmek isteyenler… kırmızıyla ben… sohbet ederken… sabah güneşini izlerken… yüzerken usul usul… kırmızı yanımda kıpkırmızı gözleriyle… yazın tadını çıkararak…
küçük kurtçuklar vardı elmanın içinde. elime aldım. ısırdım. dişlerimin arasında kaldı boğum boğum vucutları. korkmam hiç. kırmızı da…
– istersen, seninle bütün yaz burada kalabilirim.
– yapman gerekenler var, git.
– yapılması gerekenlerin tamamını yaptım ben.
– git dinlen o zaman, hava soğuk.
hava soğuk biraz. yaz gelmemiş daha. kumsalda yürüyenler var. uzakta. suyun üzerine ayışığı vuruyor. yalancı yakamoz. belki de kırmızıyla hep hayal ettiğimiz kumsal buydu. şu an bunu tam olarak anlayamıyorum.
çok ışık var. karanlık var. gece. gündüz. kırmızı düşler. gözünü açma!
bazı insanlar meyveli yoğurt yiyebilir içinde çilekler varsa.
bazı insanlar kafayı yiyebilir. içinde kiraz varsa.
cevabım yok hiçbir soruna. nerede olduğumu bile bilmiyorum.
“Şimdi bana dokun, öyle yavaş… affetmek yok… kalbin üzerinde unutulmuş bir el gibi, göreceksin daha çok seveceğim seni.
İnan anımsadığın bir koku bu…
İnan anımsadığın bir koku bu…
Ellerime inan…”
— umay umay